GÜLNAR`IN ATALIK SARI BUĞDAYI Üzerinden NEDEN YEREL, NEDEN ATALIK TOHUM? Sorusuna deneysel bir yanıt
GÜLNAR'IN ATALIK SARI BUĞDAYI
Üzerinden
NEDEN YEREL, NEDEN ATALIK TOHUM?
Sorusuna deneysel bir yanıt
Sarı buğdayla ilk tanışıklığımız, beş yıl önce Silifkeli arkadaşım Aycan'ın getirdiği bir torba unla olmuştu. Sonra birilerinden duyduk ki, "Silifke sarısı ile Gülnar sarısı aynı değildir; atalık olan Gülnar'ınkidir (?!..) Bu sav, henüz bir söylem, bir bilgi notu bizim için. Kesin olan, bölgeye ait halen yaşayan bir atalık sarı buğday türü olduğu.
Geçen yıl Can'la birlikte üzerimize yapışan temmuz günlerinden birinde "Hadi” deyip, Gülnar'ın yüksek dağ köylerinde, atalık sarı buğday tarlalarını aramaya gittik. Toroslara çıktıkça o boğucu, yapışkan havadan eser kalmadı.
Köyün girişinde bizim kendisini aradığımızdan habersiz, yüzyıllardır devam eden rutinini yaşıyordu sarı buğday. Masmavi gökyüzüne doğru fışkırıp, bozkırın kupkuru rüzgarıyla hafif eğilen başaklarını biribirine sürterek hem türküsünü söylüyor hem dalga dalga dans ediyordu. Coşkuyla içine daldığımız yarısı hasat edilmiş tarlada, başakların arasında dolaşıp kendimizi onların ritmine bırakınca sakinledik biraz. Sonra köyün içine doğru yol aldık.
İlçe'de adını verdikleri Çiftçi Mustafa'yı bulduğumuzda, evinin altında emektar minibüsünü tamir etmeye çalışıyordu, kan-ter içinde. Sarı buğday istediğimizi söyleyince gözlerindeki bezginlik şaşkınlık ve meraka döndü bir an: "n'aapacanız ki!" dedi.
Şaşkınlığı normaldi aslında. Az önce İlçeden geçerken, daha dün Mustafa'nın geçen yıldan kalan buğdayını traktöre yükleyip, Gülnar'a satmaya getirdiğini söylemişlerdi. Bu yıl ekin biçme vakti gelmişken, daha geçen yılın buğdayını bitirememişti... alıcısı yoktu ki!.. Kendi yetiştirip, yiyor; kalanı ilçede satmaya çalışıyordu. Şimdi biz taaa... Mersin'den köye, ayağına gidip, satamadığı buğdayına alıcı olmuştuk.
Biz de O'na sorduk: Madem durum buydu, neden Ofis'in dağıttığı tohumu değil de sarı buğdayı ekmeye devam ediyordu?
"Ofis'in buğdayını eksem ne olacak... un fabrikaları gelmez ki buralara. Tarlalar küçük, yol uzak. Hem Ofisin buğdayını tarlaya atıyoruz; Ofisin verdiği ilacı da veriyoruz, ama buğday yine böcekleniyor. Oysa bizim sarı buğday ilaç istemez. E, bizim damak da buna alışmış... başka buğday yemeyiz" dedi."Hiç mi ilaç istemez?" dedik, "yok, istemez" dedi; "kırk yılda bir 'sarı pas' olur, onda da az bekleriz, geçer". "Neyi beklersiniz?" dedik; güldü: "Bizim buraların bi rüzgarı var, kupkuru. O esti miydi, ne pas kalır, ne bişey".
İşte deney bu; cevap da bu kadar basit.
Bölgenin yerlisi Sarı Buğday: İklime, börtü böceğe, rüzgara alışkın. Nesillerdir bölge insanının yemek kültürüne, damak zevkine yerleşmiş. Yalnız insan mı; tarladaki tüm canlılar, sarı pas denen mantar bile o buğdaydan besleniyor. Mesela sarı pas oburluk edip fazla mı yiyor; rüzgâr "hop!.. dur bakalım" diyor "sen payını aldın".
Bölgedeki canlılar yüzlerce yıldır adil olarak aynı kaynaktan besleniyor; besin herkese yetiyor ve uyum içinde yaşıyorken; neden buraya ait olmayan bir buğdayı, başakları daha iri, daneleri çok, verimi yüksek diye ekiyoruz; buraya uyum sağlasın, kendinden bekleneni versin diye dünya paralar döküp önce takviye besin, sonra kurda kuşa, mantara yedirmeyelim diye zehir satın alıyoruz?.. Üstelik zehirin tamamı "zararlı" denilen -ki, aslında buranın yerlisi, kendi halinde canlılar tarafından yenilip tüketilmiyor. Birazı toprakta kalıyor, birazını da ürünle birlikte biz yiyoruz...
Hâl böyle ise, bölgenin yerli buğdayını değiştirmenin kime, ne yararı oluyor?
Sahi, biz bu işi neden yapıyoruz?!..
Eylül 2020